İnancın Temelleri Üzerine


İnanç olgusu, daha doğrusu bana göre yeteneği, insanlık tarihi kadar eskidir belki de. Sahip olduğumuz bu yetenek bizim performansımızı maksimum düzeye çekmektedir. Bu yazımda inancı geniş kapsamlı tutacağım. İnançların doğruluğu veya yanlışlığı bireyden bireye, toplumdan topluma değiştiğinden bunu bu yazıda tartışmayacağım. İnancın temel esaslarını yani dinamiklerini incelemeye çalışacağım.
İnanç deyince aklımıza 'dini' inanış gelir. Tabiki bunun sebebi, din müessesesinin hayatımızın en önemli kısmını oluşturmasıdır. Çünkü insan varlığının anlamlandırılması buna bağlıdır. Bunun dışında bazı inanış biçimlerini şöyle sıralayabiliriz; siyasi inanış, geleneklere inanış, kendine inanış ve durumsal inanış.
Siyasi inanış: belirli ideoloji veya ideolojilere inanışı tanımlar. O ideolojinin bireyi, halkı hatta dünyayı yüceltebileceği inanışıdır. Siyasi inanışın nesneleşmiş hali siyasi liderlerdir. İdeolojinin imajını bu liderler çizer. Medyada, sokakta afişlerde veya konferanslarda gördüğünüz liderler, yaptıkları konuşma ile dikkati üzerlerine çekerler. Belli bir süre onları dinlemeniz yeterlidir. Burada insanı etkilemek için psikolojik yöntemler kullanılır. Jest ve mimiklerden tutun, konuşma metni veya kurgusunun örgütleniş biçimi bile insan beyni için önem arz etmektedir. Bir liderin kendinden emin güçlü ses tonu, vurguları yerinde yapması, el hareketlerini kullanması onun fikirlerine yatkınlığımızı etkiler. Bir diğer inanış biçimi geleneklere inanış: etnisite(bireyin içinde bulunduğu kültür) temel öneme sahiptir. İçinde bulunduğumuz kültürün en iyi ve en doğru kültür olduğu inanışı içerisindeyizdir. Bunun nedeni çocukluktan itibaren bir sosyalizasyon(toplumsallaşma) süreci içerisini girmemizdir. Ufak yaşlardan tutun, yaşlanıncaya dek içinde bulunduğumuz toplumun değerleriyle bir benlik oluştururuz kendimize. Giyim tarzımız, statümüze uygun rollerimiz hatta konuştuğumuz kelimeler bile içinde bulunduğumuz kültür tarafından belirlenir. Bu kültürün devamlılığı için kültürünüzün en iyisi olduğu siz empoze edilmelidir. Aksi halde kültürel devamlılık sağlanamaz. Sıradaki inanış biçimi olan kendine inanış: bireyin bir konu hakkında kendine olan özgüvenidir. Önemli bir sunum yapmanız gerektiğinde, bir spor müsabakasına katıldığınızda veya beste yapma kararı aldığınızda eğer kendinize inanmıyorsanız o işi ya yapamaz ya da eksik ve verimsiz şekilde yaparsınız. Bu da içinizdeki potansiyeli dışarı çıkaramamanız anlamına gelir. Son inanış biçimi de durumsal inanış: inanışın farklı bir nesne veya düşünceye yönelik olmasıyla birlikte, etkilerinin size dönmesine karşı beslediğiniz ikincil bir inanışı da besleyen inanış biçimidir. Örneğin bir ormandasınız ve yanınıza bir kuş geliyor. Kendinize düşünsel olarak "bu bir işaret ve bu kuşun gelmesi, benim hakkımda iyi şeyler olacağını gösteriyor." telkinini verdiğinizde, kuşun gelmesi olayına bir anlam yüklersiniz ve iyi şeyler olacağına inanırsınız. Bu iyi şeyler sizin için olacaktır ve yararı-zararı size dokunacaktır. İlk olarak 'kuşun gelmesi' olayı dışsal bir olaydır ve siz, onun iyi sonuçlar doğuracağı nedeniyle buna inanırsınız ve aynı zamanda size yarar getirdiği için ikincil bir şekilde bu durumdan yararlanacağınıza dair bir inanç geliştirirsiniz. Kendine olan inanıştan farkı: kendinize değil de dışsal bir olaya inanmanız. Durumsal inanış kavramı hipnoz seanslarında sıkça kullanılır. Suje(hipnoza alınan kişi) gözlerini kapattığında hipnozitörün verdiği örneğin şu telkin durumsal bir inanıştır: "Kumsaldasın... Ve kumsalın tam ortasında bir göl var... Bu gölden içtiğin her yudum su senin içindeki stresi pozitif enerjiye dönüştürecek..." Dışsal olay: 'Gölden su içmek ve bunun kişiyi rahatlatacağı' ve buradaki yarar inanışı da 'kişinin rahatlamasıdır'. Bu iki inanış aşamasını 'yararsal ve zararsal inanış' olarak tek bir kavram olarak yazmamamın nedeni, dışsal olay ve yarar-zarar bileşikliğini belirtmek. Her zaman yarar getirmeyebilir bu inanış. Önemli olan ucunun size dokunması. Örneğin kara kedinin uğursuzluk getirdiğini inanışı, durumsal inanışın zararına örnektir.
Kısaca belirtmek gerekirse inancın temellerinden biri durumsal inanıştaki gibi 'yarar-zarar' ekseninde konumlanır. Diğer ve en önemli şey ise 'odak'tır. İnancın temeli ve karakteristiği odaklanmadan oluşur. İnanca en başta bir yetenek dememin sebebi budur. İnanç dediğimizde aslında bir odaklanma yeteneğinden bahsederiz. İstediğiniz tür inanış biçimi olsun; ister dini, ister durumsal... Hepsi odaklanarak oluşturulur. Durumsal inanışta bu daha belirgindir ama örneğin dini inanışta nasıl bir odak vardır ? Günahlarınızın affedilmesini istediğinizde, sevaplarınızın kabul edilmesini istediğinizde vb. durumlarda dua ritüelini uygularız. Bu ritüelde içtenlik önemlidir ve içtenlik ancak o işe konsantre yani odak olduğumuzda gerçekleşir. Odaklanma sayesinde potansiyel duygularımızı dua esnasında ortaya en üst düzeyde çıkarırız. Tabi ki kendimizi gerçekten vermiş, gerçekten odaklanmışsak... Uzak-doğu felsefelerinde, budizmde, hinduizmde ve çeşitli dinsel-felsefi inanışlarda meditasyon uygulaması tam bir odaklanma örneğidir. Dikkatin tek noktaya toplanması sayesinde mutluluk en üst düzeye ulaşır.

Odaklanmanın Sosyolojik Bir Analizi

Toplumda kolektif bir uzlaşıdan bahsederiz. Bu kolektif bilinç dışında hareket edenler cezalandırılırlar. Bunun en uç örneklerinden biri 'linç'tir. Toplumun değerlerine uygunsuz bir davranış yapan birey veya grup, toplum tarafından öldürülmeye çalışılır. O anda linç eden bireyler tamamen odaklanmışlardır. Norm ve değerleri çiğneyen tarafa tek bir açıdan bakarlar: "Öldürülmeli!" O anda diğer uyaranlar pasif kalır veya düşük düzeyde seyreder. Örneğin öldürmeye karşı ceza alma korkusu. Linç eden bireyin odak noktası öldürmektir ve eğer odağı bozulmazsa kötü sonuçlar doğurabilecektir. Bunun dışında çeşitli cemaatler ayinler düzenlerler. Bu ritüellerde aşırı bir odaklanma söz konusudur. Birey veya cemaat adeta hipnotize olmuştur ve Tanrı'yı yüceltecek ayine konsantredirler. Her insan için olmasa da çoğu insan için aslında dini inanış bir durumsal inanıştır. Çünkü birey Tanrı'ya anlam yüklerken kendini de düşünür ve cennetini garanti altına almak ister. Fakat tabi ki 'Fenafillah' dediğimiz yarar gözetmeden Tanrı'da yok olmak bunun dışında tutulabilir.

Yorumlar

Popüler Yayınlar