Obsesyonlarla Kuşatılmış Ağaç ve Açlık


Ağacımızdan her gün meyve toplamamız gerek. Aç kalmak istemeyiz hiçbirimiz. Basit bir işlevdir bu: ağacımızı gereken yerde koruruz, ve meyvesini gidip dalından koparırız. İki temel işlevden sapalım şimdi ve beşe çıkartalım:

1-ağacı koru
2-meyvesini topla
*3-meyveyi alırken dalı kırmamaya çalış.
*4-eline dikkat et, böcek varsa eline atlayabilir.
*5-hava durumuna dikkat et, şimşek çakarsa ağaç şimşeği çekebilir.

Son eklediğimiz üç madde de gayet mantıklı. Daha fazlalaştırmayı deneyelim ve beş madde daha ekleyelim:

*6-dala uzanırken elini çok germe, kas ağrına sebep olabilir.
*7-eline odun parçası batmaması için sadece meyveyi tut ve kopar, ağaca değme.
*8-yukarıdaki meyveleri toplamak için dikkatli tırman, düşme tehliken var.
*9-bir dal uzaktaysa yanına git ve kopar, ona uzanmaya çalışırsan dengeni kaybedip düşebilirsin.
*10-örümcek ağları eline dolaşabilir, bu yüzden ilk ağları ucundan tut ve kenara at.

Mantıklı! Hepsi mantıklı! Ne denebilir ki?...


Olay tam da burada başlıyor. Bu liste sonsuza kadar gidebilir. Bigbang veya quarklara kadar götürebilirsiniz ve hepsi mantıklı olacaktır. Çünkü neden sonuca göre hareket ettiğimizde buna mantıklı etiketi yapıştırırız. Bu yazının sonunda mantıksız olarak kanıtlama çabasına gireceğimi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, bunu yapamam. Ama yapmak istediğim şey mantığın genelden özele odaklanış biçiminin neleri getirdiğini göstermek. Ufak bir örnekle devam edelim:


Havanın güzelliğiyle ve arkadaşlarımızın onlarca kez zile basmalarıyla dışarı fırladık öğlen saatinde. Birisinin elinde top var ve yanındakinde bir poşet. Poşette çikolatalar dolu ve herkese dağıtmakla yükümlü grup amirimiz. Güneş yakıcı ama içimizdeki sevinç, maç yapacağımızın düşüncesi daha da coşku verici. Sahaya geçiyoruz ve boş çikolata kağıtlarını poşete doldurduktan sonra takımımızı kuruyoruz. Maç başlıyor! Sakin bir oyun ve paslaşmalar, grup uyumu, coşku ve heyecan hat safhada! Forvetimiz gole gidiyor ve atmadan da dönmüyor. Üstüne çullanıyoruz tebrik ifadesi olarak. Tanrım! Harika bir gün!


İkinci yarıya geçiyoruz ve orta sahamız öksürmeye başlıyor. Oynamaya devam etmek istiyor ama odağı sürekli boğazında. Boğazı kuruyor, tahriş oluyor ve öksürük sıklığı artmaya başlıyor. Bunu farkeden orta saha çözüm girişimini düşlüyor: tek maddeyle başlangıcı atıyor:


1-boğazım kuruysa su içmeliyim, bu yüzden izin alıp çantamın yanına su içmeye gitmeliyim.


Gayet basit ve mantıklı. Fakat bunun üzerinden biraz daha düşünesi geliyor. Üzerine üç madde daha ekliyor:


*2-bunu seslenip mi söylesem yoksa birinin yanına mı gidip konuşsam?
*3-maçın düzenini bozmamak için bir yarım saat daha dayansam mı?
*4-bu şekilde oynayamayacağım, fakat seslenirsem onları rahatsız etmiş olmayacak mıyım?


Gayet mantıklı. Fakat bu sefer basit değil. Sonsuza uzanan düşünce paradoksuna giriş yapıyor orta sahamız. Şimdi kıssadan hisseye geçelim…


Bir şey hakkında düşünebileceğimiz her şey, nedensel ilkelerle uygunluk gösteriyorsa bu mantıklıdır. Fakat nedensellik sonsuza uzanır. Yani bir hareketi sergilerken onun en baştan sonsuz sayıda mantıklı yolu vardır. Aslında günlük hayatta bir parmak kaldırışımız bile sonsuz sayıda olasılıktan bir seçim yapıp uyguladığımız bir karar. Bilinçli ya da bilinçsiz…
Takıntı dediğimiz obsesyon durumu bu kararların olasılığını çoğalttığımızda başlar. Takıntı olması mantıksız kılmaz onu, aksiyon -davranışta bulunma- aşamasını dallandırmamıza, süresini fazlaca uzatmamıza ve irade kontrolünü zayıtflatmasına yol açması işlevselliğini aksatır. Nedensellik sırasında bir sonraki nedene bakabiliriz fakat belli bir aşamadan sonra fazlaca nedensellik içerisinde kaybolmaya başlarız. Seçim yapma, irade gücünü kullanma ve uygulama yerine kontrolsüzce nedenleri takip ederiz. Ve bu sırada anksiyete -kaygı- dediğimiz bir duygu türü bize eşlik eder. Bu duygu nedenselliği keşfimizi devam ettirici negatif duygulanımı bize verir. Peki neden durduramayız bu tantanayı?...


Örneğin bir kalemle yazarken yanlış yazıyı silebilir ve yeniden yazabiliriz o kelimeyi. Fakat bu yazının öncekinden daha iyi olmadığını görürsek yeniden siler yazarız. Tatmin olmazsak yeniden yaparız ve yeniden… Çünkü nedenler zincirinde aksiyonu engelleyen ve diğer nedenin araştırılmasını gerekli kılan -aynı zamanda anksiyete emosyonunu çağıran- bir odak noktası vardır. Ve bu bilinçdışı alandadır. Yazı stilinin güzelliği yada çirkinliği bilinçdışı olarak beğenilme korkusuna varabiliyor olabilir mi? “Kötü yazarsam dalga geçebilirler.”, “Düşük puan almama sebep olabilir”, “Çirkin yazı benim el becerimin düşük olduğunu gösterir.” vs… Yani bilinçdışı düşünce içerikleri irade gücümüzü zayıflatır ve karar verme mekanizmamızı engellemeye başlar.


Çaresiz miyiz?


Tabi ki çaremiz var. Düşünce içeriklerimiz her ne olursa olsun, genel bir form olarak bir irade hatırlatıcısına sahibiz: anksiyete. Kaygılandığımız an bunun farkında olduğumuzda en azından bunu tanımlamış oluruz. Daha sonra “şu an en basit olarak ne yapabilirim” sorusu yardımcı olabilir. “şu an en mantıklı olarak ne yapabilirim” den daha doğrudur bence çünkü mantık kelimesi zihnimiz tarafından manipüleye açık halde, hele ki obsesyon ve anksiyete ikilisiyle başımız dertteyken.


Uzak-doğu felsefelerinin öğütleri, Antik Yunan’ın öğretileri bu konuda bize yol gösterebilir. Genel olarak birkaç mottosu şunlardır:

1-basit düşün, karmaşıklaştırma.
2-sade ol.
3-düz yoldan git.


Temel kavramımız basitlik burada. Meyveyi dna sarmalına kadar analize tabi tutmak yerine sadece olması gerekeni yapmak: onu koparıp yemek. Eğer bu süreçte bir engel çıkarsa bunlar nedenselliğe zaten katılacak. Fakat güneşli havada dalda örümcek olsa da onu atabiliriz bu sorun değildir, asıl sorun şimşeğin ihtimalini hesaplayarak meyvenin çürümesini izlemek zorunda kalmaktır...

Yorumlar

Popüler Yayınlar