Biyolojik, Fizyolojik ve Zihinsel Engellerin Toplumsal Temelleri Üzerine
Engeller biyolojik, fizyolojik ve zihinsel olabilir ve bu
kişisel seçime bağlı olmayan bir olgudur. Biyolojik, fizyolojik ve zihinsel engeller, doğuştan edinilebildiği gibi sonradan da edinilebilir. Engeller doğada yaşayan hayvan ve bitkilere kelimenin
anlamını barındıracak kapsamda tam anlamıyla engeldir. Bacağı kırık olan bir
çita nasıl avlanamaz ya da av olmaktan kaçamazsa, bir bitki de yaprağı kırık
olursa gerekli fotosentez verimini veremez. Fakat insanlardaki engellerin ‘engel’
mi olduklarını ileride tartışacağız ve bu yüzden engellerin toplumsal
temellerine geçmek istiyorum.
Engellerin toplumsal temelleri, insanların ve toplumun bir
canlıdaki engele bakış açılarını kapsar. Biz burada insana bakış üzerine değineceğiz.
Toplum çarklı bir sistemdeki uyuma benzetilebilecek bir gerçekliktir. Buradaki
çarkların insanlar olduklarını hesaba katarsak bu çarklar kendisi gibi olan
çarklarla ilişki içerisindedir. Bu çark sisteminin uyumu ve düzgün işlemesi,
insanların birbirini özdeş, türdeş ve aynı görmesidir. Bu yüzden farklı olanlar
ötekileştirilir. Buna en klasik örnek ulus-devletleri verebiliriz. Her
ulus-devletin toplumu uyum içindeki insanlardan oluşur fakat aralarına farklı
bir insan katıldığında bu uyum bozulur ve farklı insan toplumdan
soyutlandırılır, toplum dışına itilir. Burada milliyetçiliğin çark sisteminin
uyumu olduğu anlamını çıkarabiliriz. Aynen bu şekilde –milliyetçilikteki gibi
ırk, dil, din farkı gibi spesifik örnekler dışında- daha somut olan biyolojik,
fizyolojik ve zihinsel engelliler de toplumun dışına itilir. Bunun sebebi
bahsettiğimiz gibi uyum için gerekli ‘aynı’lığın sağlanamamasıdır. Bu kadar
ilkel bir düşünüşün günümüze kadar gelmesi yüzünden bunun evrimsel kökenine
inmekte fayda vardır. Çünkü bu kalıp ve dogmatik yargının doğasını daha iyi
anlayabilme ve anladıktan sonra değiştirebilme hakkına sahip olabiliriz.
Burada önemle belirtmek isterim ki; evrimsel kökenden kastım
biyolojik evrim ve kültürel evrimi kapsayacak biçimdedir. Yani biyolojik evrim
üzerine ya da kültürel evrim üzerine özel bir baskı yaratmıyorum. İnsan
öngördüğü şekilde ister biyolojik evrim üzerinden düşünebilir, isterse kültürel
evrimden, isterse de her ikisinin perspektifinden olaya bakabilir. Bu kişisel
tercihe bağlı olarak değişir. Başta verdiğimiz örnekten hareketle, doğada topal
olan bir çita, ihtiyacı olan besini bulamaz ve varlığı ortadan kalkar. Bunu
doğal seçilim ile yani biyolojik evrim ile açıklayabildiğimiz gibi, insanların
bu olayları görüp kendilerinin de doğada engellerle varlıklarını
sürdüremeyeceği inancının gün geçtikçe kalıplaşmasını kültürel evrim olarak
niteleyebiliriz. Her ikisinde de çıkara dayalı bir düşünüş söz konusu.
Şimdi üzerinde duracağımız nokta, engellerin ilkel zamandaki
gibi modernite dünyasında da mı engel olduklarını sorgulamak üzere
şekillenecektir. 18. – 19. Yüzyıl Sanayi
Devrimi’yle belirginleşen işbölümü engellerin ortadan kalkmasının habercisi
niteliğindedir. Sanayi Devrimi’nden önce de işbölümü ve bunun getirdiği
uzmanlaşma tabi ki mevcuttu fakat burada daha keskin hatları –çünkü sanayi
devrimi öncesi ve geleneksel toplumda işbölümü çok yönlüydü ve bir işi yapan
başka bir işi de yapabiliyordu.- ve modern dönemi incelediğimizden uzmanlaşmanın
modernitedeki köklerine odaklanacağım. Modern dünyamızda uzmanlaşma diğer
dönemlerden kesin hatlarla ayrılmıştır, herkesin uzman olduğu bir alan
mevcuttur ve fazla verim elde etmek için uzmanlaşmaya gereksinim vardır. Biri
yapılacak bir yapının taslağını çizmekte uzmanken, diğeri tuğlaların harcının
en etkili biçimde duvarın neresine sürüleceğinde uzman olabilir. Bu şekilde,
işbölümünün somut bir gerçeklik kazandığı yani çark sisteminde artık ‘aynı’lıktan
çok ‘farklı’lığa da izin verilen bir dünyada hala ‘aynı’ olmayı diretmemiz
oldukça saçmadır. İşbölümü sayesinde engellilere kendilerine uygun bir alanda uzmanlaşmalarına
olanak tanıyan eğitimler vererek, bunun sonucunda istihdam sağlamamızı söylemem
gayet öngörülebilir bir durum. Örneğin yukarıdaki örnekten hareketle binanın
yapımı aşamasında değil de çizimi aşamasında uygun bilgi donanımı verilirse,
engeller ortadan kalkar ve engelli birey dünyaya katkı sağlar. Burada önemli
bir nokta da engellerin uzmanlaşma alanlarını artık etkilememesi. Yani engelli
bireyin çizim aşamasına ilgi duymaması, binanın yapımına katkı sunmak istemesi
sonucu engelli birey gelişen teknoloji ve tıp yardımıyla bu isteği
doğrultusunda çalışabilir. Fizyoterapi görüp, 3D yazıcılarla oluşturulan ve
işlevsel hale getirilen bel aşağısı iskeletlerle yürüyebilir. Modern toplumda
engel diye bir şey yoktur ve engellilik tarih olmaya yüz tutmuştur.
Engellileri Topluma Kazandırma Aşamaları
1-
Farkındalık ve Örgütlenme Aşaması
Bu aşamada yapılan eğitimler ve verilen konferanslar
aracılığıyla engellilik hakkında farkındalık yaratan çalışmalar yapılır. Burada
empati kurmayı sağlayıcı uygulamalar –örneğin insanların zihinsel engelliler
gözünden dünyayı algılamasını gösteren sanal gerçeklik gözlüğü uygulamaları
kodlanabilir veya insanların tekerlekli sandalyeyle birkaç saat geçirmeleri
sağlanabilir- yapılırsa farkındalık o denli yükselir.
Bundan bir sonraki aşama da örgütlenmedir. Farkında olan
bireyler, bir çatı altında toplanır ve ilişkiler daha da somutlaştırılır. Örneğin
gruplar, dernekler, kurumlar kurulabilir.
2-
Kamuoyu Oluşturulması ve Engellilerin Topluma
Kazandırılması Aşaması
Kurulan dernekler, gerekli manifestolarla, gazete
yayınlarıyla kendisini devlete duyurur. Gerekli çalışmaların yapılması için
devlet ve siyasi organlara ikazda bulunulur. Gerekli ilgi bulunamazsa aktivist
eylemler aşamasına geçilebilir. Topluluk, sesini protestolarla duyurabilir.
Nihai amaca, siyasi organların bu talepleri dikkate aldığında ulaşılır: yani
engellilerin istihdam olanakları ve toplumsal konumu güncellenir böylece
topluma kazandırılırlar.
Son olarak, insan olmak her türüyle insan olmaktır; ister
zihinsel ister fiziksel ister biyolojinin getirdiği bir engel olsun... İnsana
insan muamelesi yapmak hepimize düşen en önemli görevdir. Çünkü hiç birimiz
farklı değiliz, ‘öz’de ‘aynı’yız. ‘Aynı’lığın savunulacağı zaman işte bu
zamandır.
İnsan olabilen insanlara sadece bunu başarabildikleri için saygı duymalıyız, bedenler toprak olur ruhlar sonsuz engelimiz ruhumuzda olmasın yeter ki, çevremizde senin gibi güzel ruhlu insanlar olsun yeter ki...
YanıtlaSilEngel bedende değil, ruhtadır dediğin gibi...
YanıtlaSilİnsan olabilen herkes bizimdir, hiçbir ayrım yapmadan. En azından sıcak bir merhaba diyen, gülümseyen, hal hatır soran insan da insandır benim gözümde, dünyaya çok büyük katkıları olan liderler de... Önemli olan insan olduğumuzu, aynı olduğumuzu unutmamak...
Yüreğine, yorumuna sağlık Minel...
Umarım tüm hayatımız boyunca güzel ruhlu insanlarla beraber oluruz... Umarım, beraber oluruz...
Denetimimizi çıkarlarımızın eline verdiğimiz günümüz modern (!) dünyasında vicdani değerlerimizi bir bir rafa kaldırırken bi yerlerde hala böyle naif yüreklerin varlığı yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen bir umut ışığı yakıyor geleceğe... Çok ilerisini değil belki ama bir adım ötemizi görebiliyoruz böyle böyle... Ve ben inanıyorum birgün ruhumuzdaki engelleri yenebileceğimize. Belki sen ya da ben göremeyeceğiz ama biliyorum ki bu çorbada bizimde mutlaka tuzumuz olacaktır, dolaylı yahut dolaysız... Ne mutlu ruhundaki engelleri aşıp, kafasındaki tabuları yıkarak insan kalabilenlere, en büyük fark onların güzel ruhlarıdır...
YanıtlaSilİrem, senin bu yorumundan ve seni tanıdığım için kişiliğinden çıkardığım ana fikir şu: insan inanırsa, amacına ulaşır... Bize en çok lazım olan da bu inançtır, dünya için işe yarayabilecek şeyler yapmanın inancı... Bu inancı kazandıktan sonra, karşımızda bir şeyin duracağına inanmıyorum.
YanıtlaSil