Savaşların Sosyolojik Boyutu: Mikro ve Makro Etkileri Üzerine
Öncelikle yazıma tanımlamaları yaparak başlamak istiyorum.
Tanımları yaparsak, metin daha iyi ve doğru anlaşılır. Savaş; belli konu veya
konularda anlaşmazlığa düşen tarafların, birbirini yıpratıcı söz veya
hareketlerle alt etme çabasıdır. Mikro etkileri; birey odaklı psikolojik
etkiler, makro etkileri ise toplumsal etkiler olarak metnimizin konusunu dahil
olmaktadır.
Dünya tarihinde ilkel kabilelerden tutun, günümüz
modernitesine kadar oldukça fazla savaşla karşılaşırız. Karl Marx’ın ünlü “Tarih,
sınıf mücadelelerinin tarihidir” sözünü genişleterek “Tarih, savaşların
tarihidir” diyebiliriz. Savaş olgusunu anlayabilmek için insan doğasına bakmak
yerinde olacaktır.
İnsan, doğduğunda belirli mekanizmalarla doğar. Bir bebek,
ağlama şeklinde istemediği şeyleri belli etmeye çalışır. Aynı şekilde yaşı
ilerledikçe yeni sistemler geliştirir, bu onun kendisini gerçekleştirme
isteğinden kaynaklanır. Öfke bu sistemlerden biridir. Öfke sayesinde çocuk,
kendine engel olan ve hoşuna gitmeyen şeylere karşı bir edimde bulunur.
Çocukluktaki öfke, henüz zihnimizin ve Freud’un terimi olan Süperego’muzun
gelişmemiş olması yüzünden saf olarak dışarı çıkan bir öfkedir. Çocuk toplumun
kurallarının ve değerlerinin tam olarak bilincinde değildir, bu yüzden
istemediği her şeye karşı öfkelenebilir. Öfkesiyle belli davranışlarda bulunabilir.
Çocuklarda akran gruplarıyla aralarında görülen ve sıkça karşılaşılan elle
vurma, tekme atma, bağırma, öfkenin saf olarak dışa atılmasıdır. Çocuk herhangi
bir kuraldan korkup kendini frenleyemez, içinden geldiği gibi davranır. Buraya
kadar açıklamamız psikoloji üzerineydi, şimdi bunun sosyolojik zeminine
geçebiliriz. Yukarıda bahsettiğim gibi Süperego, toplumun kuralları karşısında
geliştirdiğimiz kişiliği temsil eder. Belli bir toplumda doğuşumuz, o toplumun
kuralları çerçevesinde hareket etmemizi gerekli kılar. Bir kafede otururken
diğer masada kahve içmekte olan kişinin kahvesini sormadan alıp içmememiz,
derste telefonla konuşmamamız, yeşil alanları korunan bir parkta çimlere
basmamak örnek olarak verilebilir. Bu şekilde öfkemizi de toplumda başkalarına
zarar verecek şekilde gösteremeyiz. Eğer gösterirsek, hem toplumun geleneksel
karşı çıkışlarıyla karşılaşıp ayıplanırız, hem de yasal işlemler dahilinde ceza
alırız. Öfke doğal bir duygudur fakat dizginlenmesi ve yapıcılığa teşvik etmesi
gerekir. Örneğin patronumuzun istediğimiz halde ikramiye vermemesi sonucu ona
küfürlü söz ve şiddet içeren hareketlerle karşı çıkmak yerine uygun bir dille
ikramiye vermesi için sebepler sunarsak, bir insanın davranması gerektiği gibi
davranmış oluruz.
İdeolojiler, kurallar veya değerler kendi düşüncelerimize uymadığı
için öfke duyabiliriz. Şunu bilmek gerek ki bir şeye katılmıyorsak, bunun
karşısında uygarca fikirlerimizi tartışabiliriz fakat bu, onlara karşı yıkıcı
bir tavır takınmamızı gerektirmez. En kötü ihtimal fikir fırtınası sonuç
vermese bile medeni bir şekilde o ortamdan ayrılabilir, kendi fikirlerimizi
savunmaya devam edebiliriz. İşte bunu yapamayan insanlar ‘savaş’ yolunu
seçmişlerdir. Savaşı fiziksel ve zihinsel olarak ayırabiliriz. Fiziksel savaş
bedensel şiddet içerirken, zihinsel savaş fikirleri empoze etmeyi,
sorgulatmamayı, olduğu gibi kabul ettirmeyi içerir. Savaş, öfkenin çocukluktaki
gibi saf bir şekilde dışarı çıkmasıdır. Karşımızdaki kişi veya toplumun
gözümüzde bir değeri kalmaz ve onların zarar görmesi, birincil hedefimiz olur. Savaşın
yarattığı illüzyonlardan biri de budur. Karşı kişide veya toplumda hoşumuza
gitmeyen özellik veya özellikler, onu tamamen gözümüzde insan olma durumdan
soyutlar. Yani karşı tarafın bize uyan veya iyi özellikleri tamamen göz ardı
edilir.
Savaşların Mikro Etkileri
Mikrodan kastedilen, savaşın birey üzerinde bıraktığı
etkidir. Bu yazıda savaşın mikro etkisini psikolojik etki olarak ele alacağım. Psikolojide
travmatik olaylar vardır ve yaşanan bu travmatik olayların acısı bireyde uzun
yıllar devam eder. Travmatik olay bireyin yaşamında önemli bir yer edinen büyük
olaylardır. Kişiye göre olayın büyüklüğü değişse de genel olarak savaş gibi bir
olay, büyük bir olaydır. Bir düşünün, mermilerin havadaki vızıltılarını,
ortalık yerde can çekişen insanları ve ağlayan, yardım isteyen insanların çığlıklarını…
Savaş, yapıldığı tarihten itibaren bireyde köklü travmalar yaratacaktır. Belki
de onu uyurken kabus şeklinde uyandıracak belki de yolda yürürken melankoli
nöbetlerine esir edecektir. Bu bireyler, toplumda ne kadar verimli olabilir?
Kendi sorunları bitmeden, başka bir işle uğraşmaları verimi ne kadar yüksek
tutacaktır? Bunun yanı sıra bireyin hayata karşı bakışı değişecektir. Hayatın
anlamsız görünüşü ve sadece kötü şeylerin duyumsanması savaşın etkilerinden
sadece ikisidir. Duygu-durum bozuklukları da örnek verilebilir.
Savaşların Makro Etkileri
Savaş psikolojik bir etki bırakmasının yanında, toplumsal
bir etki de yaratmaktadır. Kişiler-arası olsun, toplumlar-arası olsun veya
ülkeler-arası olsun savaş, geri getirilemeyecek hasarlar ortaya çıkarmaktadır.
Ülkeler-arası ve silahlı savaşları örnek verecek olursak o ülkelerin toplumları
arasında belki de yüzlerce yıl devam edecek bir husumet meydana gelecektir.
Bunun kötü yanı, eğitime, aileye, hukuka, sanata ve benzeri toplumsal kurumlara
yansıyacak olan savaş, toplumsallaştırma işlevi gören bu kurumlar sayesinde
yeni kuşaklara aktarılacaktır. Hele ki kurumlar, savaşılan tarafı yanlı bir
şekilde –kendi toplumunu yüceltip, diğer tarafı en kötü özelliklerle
nitelerlerse- yeni bireylere aktarırlarsa, duyulan öfke daha da artacak, karşı
taraf git gide kalıcı bir düşman biçimine bürünecektir. Bu da belki de sonu
olmayan bir küskünlüğü beraberinde getirecektir. Toplumlardaki kolektif bilinç,
karşı tarafla barışmayı içermeyecek şekilde yapılandırılmış olacaktır. Karşı
toplumdan bir birey görüldüğünde, linç edilmeye varabilecek şekilde durumlar
ortaya çıkaracaktır.
Özel Savaşlar: Savunma Savaşları
Savaşın her türünün kötü olduğunu belirtmekle birlikte,
bazen özgürlük ve değerlerimizi korumak için savaşa zorlanabiliriz. Savunma
savaşı sadece gelen bir saldırıya karşı yapılan savaş değil, ileride
kaybedilebilecek bir benlik için yapılan saldırı da olabilir. Sonuçta toplumun
kendini savunmasıdır bu. Eğer
savaşmazsak, tarih sahnesinden silinebileceğimiz anlar olabilir. Bu gibi
durumlarda savaşa düşman nasıl hazırlanıyorsa ondan daha iyi hazırlanmak önem
arz eder. Böyle zamanlarda kolektif bilinç güçlendirilir. Bağımsızlık, hakların
ve hürriyetlerin korunması, toplumun iyi bir geleceğe doğru gitmesi gereğini
içeren söylemler vuku bulur. Bunlar toplumsal kurumlarca desteklenir. Örneğin
müftülerin vaazları, toplumu birleştirir ve güçlendirir. Kurtuluş Savaşı,
Çanakkale Savaşı ve niceleri bu örnekleri içerebilecek savaşlardır.
Savaşların Yaşanmaması İçin veya Yaşanması Durumunda Neler
Yapabiliriz?
Savaşların yaşanmamasının yolu toplumsal kurumların doğru
yapılandırılmasından geçer. Tüm kurumlar (ekonomi, eğitim, siyaset, kültür,
sanat, aile vb…) barış kavramını içererek şekillenmelidir. Örneğin okullarda
müfredatlara barış ve barışın güzelliği gibi konular girebilir, aileler
katıldıkları barış konferanslarından hareketle çocuklarını barışçıl bir dünya
görüşüyle yetiştirebilir veya sanatçılar eserlerinde barışı konu alabilir. Her
kurum ele alınırken birbiriyle bağlantılı olduklarını unutmamak gerek. Hepsinin
içeriği barışı yüceltecek tarzda olmalıdır ki doğrusu budur.
Eğer savunma savaşı yaşanırsa, yukarıda dediğimiz gibi
kolektif bilinç her kurumca desteklenmeli, bireylerin bilinçlerinde özgürlüğü
yaşatmalıyız. Özgürlüğün önemini içeren düşünceler halka açık konferanslarda ve
kongrelerde dile getirilmeli, birlik olmanın özgürlüğü getireceğini tüm millete
benimsetmeliyiz.
Yorumlar
Yorum Gönder